Zıtlıkların Merkezi Marakeş
Fas’a gelmeden önce Marakeş hakkında çok fazla şey duymuştum. Özellikle filmlerden aşina olduğumuz yılan oynatıcıları oldukça etkileyici geliyordu. Garipliklerle dolu bir şehir olarak aklımda yer edinmişti anlayacağınız.
Kazablanka’nın klasik bir modern şehir olması Fas’ta geçirdiğim ilk günlerimi oldukça sıradan hale getirmişti. Her ne kadar eski yerleşim yeri olan “Medina” ve bir kaç farklı yer daha görmüş olsam da Kazablanka benim için iyi Faslılar ile tanışma yeri olarak kalacak. Asıl Fas deneyimi ise kesinlikle Marakeş ile başladı.
Marakeş’e doğru tren ile daha rahat gideceğimi söyledikleri için tren biletini aldık Couchsurfing arkadaşımla ve beklemeye başladık. 45 dakika gecikmeli gelen trende 2. sınıf vagonlarda olduğum için bende herkese gibi oturacak bir yer aramaya başladım ve hızlıca buldum. Oldukça kalabalık oluyormuş Marakeş treni, bu nedenle oturacak yer bulamayan bir çok kişi oldu. Şanslıydım çünkü aşırı sıcak havada, fazlasıyla soğutan bir klimanın olduğu odaya yerleşmiştim. Arada üşüsem de terlemekten iyidir diyerek sesimi çıkarmadım. Tren o kadar yavaş gidiyordu ki yolculuk boyunca uyudum, kitap okudum, blog yazdım ve fotoğraflarımı düzenledim, yedekler aldım. Sıkıcı olabilecek yolculuk böylece daha faydalı hale geldi benim için. İşin kötü yanı, kompartımandaki 6 kişiden hiç biri İngilizce konuşmuyordu. İspanyolca, Fransızca ve Arapça dillerini de ben bilmediğim için kimseyle muhabbet edemedik.
Marakeş’te İlk Gün ve Karşılaştığım Aile
Marakeş’e indiğimde hava iyice kararmıştı. Couchsurfing’den beni evinde ağırlayabileceğini söyleyen kişinin verdiği tarife göre otobüse atlayıp KFC önünde beklemeye başladım. Meğerse beklediğim yer, meşhur meydanının da girişiymiş. Biraz gecikmeyle gelen ev sahibiyle kısa sohbetler ederek evine ulaştık. Aslında bu kısa sohbetleri bana güvenip güvenemeyeceğine karar vermek için yapıyorduk sanırım çünkü genelde konuştuğumuz konular bunun üzerineydi. Oldukça ilginç bir karakter olduğu daha Couchsurfing üzerinden yazışırken pasaportumun fotoğrafını çekip göndermemi istemesinden belliydi. Evine ulaştığımda acayip sıcak bir aile ile karşılaştım. Anne ve yeni trafik kazazı geçirmiş yaralı abla yemeklik hazırlıklar yapıyor, aynı anda televizyonda onların pop star yarışmalarına benzer bir şey izliyorlardı. Abisi de işten gelmiş yanlarında dinleniyordu ve ben de araya kaynadım. Asıl eleman da beni arada bırakıp televizyona dalınca biz abisi ile kanka olduk baya derin sohbetlere daldık ve aynı anda yemekler, çorbalar, tatlılar ve çayları götürdük. Evet, her şey aşırı şekerliydi ama ne demişler, misafir umduğunu değil, bulduğunu yer. Ev, bizim turist olarak gezdiğimiz riadlardan biriydi ve en hasından bir aile yaşıyordu. Riad konsepti de dini geleneklerden geliyormuş abisinin dediğine göre. Geniş aileler için genelde bir kaç katlı apartman gibi tasarlanan riadlar, dışarıya bakan bir balkon sistemi yerine, içeri doğru bir balkon ve açık tavan sistemi ile tasarlanıyor. Böylece sıcak havanın önüne geçiliyor ve aile içinde kaynaşma en üst seviyeye çıkıyor. Fakat komşu için dış kapının önüne çıkmak lazım. Bu nedenle özellikle Marakeş gibi şehirlerde gezerken yüksek duvarlar ve küçük kapılardan başka bir şey görmüyorsunuz. Aslında o küçük kapıların arkasında çok derin hayatlar yaşanıyor kendi içinde.
Çok detaya girersem işin içinden çıkamayacağım. O yüzden özet geçiyorum. Sabah erkenden kalkıp biraz gezdikten sonra başka bir CS arkadaşı ile görüşeceğimizi söylediğimde ev sahibim çok gerildi ve görüşmek istemediğini söyledi bir anda ben de eşyalarla beraber kendimi kapının önünde buldum. 🙂 Oldukça farklı bir deneyim oldu ama ailesi ile tanıştığıma gerçekten çok memnun oldum, böyle bir fırsatı bir daha bulamam sanırım.
Marakeş’in Çarşıları ve Jmaa el-Fna Meydanı
Marakeş’i gezdirmesi için ikinci arkadaşla görüştük ve sonunda çılgın pazarları, meydanları ve insanlarıyla Marakeş’i, öğlen sıcağında keşfetmeye başladık. Her noktası farklılık, her adımı ilginçlik olan bu şehirde yanınızda lokal birinin olması bile fayda etmiyor. Herkes sizi dolar işareti olarak gördüğü için diğer her şey filtreleniyor ve hedef olarak size kitleniyor herkes. Mağazalarına çekmeye çalışanlar, sattığı şeyleri elinize tutuşturanlar ve daha nice anlamadığım şekilde bağırıp çağıranlar. Adeta 500 yıl öncesini anlatan bir filmin içinde gibi hissediyorum kendimi. Yılan oynatıcıları, farklı kıyafetleri ile dans edenler, fal bakanlar, maymunlarla fotoğraf çektirenler ve daha niceleri Jmaa el-Fna meydanı ve çevreleyen çarşıda her gün olduğu gibi sizi bekliyor. Üstelik bunda hiç bir ilginçlik yokmuş gibi karşılamanızı bekliyorlar.
Marakeş’ten ayrılalı 1 aydan fazla oluyor fakat hala ben şaşkınlığımı attığımı söylemem. Marakeş her aklıma geldiğinde durup bir kaç gün boyunca yaşananları düşünüyorum.
Marakeş’i gerçekten anlamak için ilk 2-3 gün uğraştım fakat sonra vazgeçtim. Normal bir turist gibi davranmak en iyisi oldu benim için. Öyle ki ilk 3 günün sonunda bir anda Essauiera şehrine 1 gecelik bir yolculuk yaptım ve kafa dinledim. Çok da iyi yapmışım diyorum şimdi. Hatta 2 gece de kalınabilirmiş. Marakeş “keşmekeşi” herkesin kaldırabileceği bir şey değil.
Turist olarak takılmaya başlayınca biraz daha rahatladığımı itiraf edeyim. Meydana yüksekten bakana ve Jmaa el-Fna’nın en eski kafelerinden olan Cafe De France’da oturup yemek yemek veya kahve içmek, uzaktan seyretmek çok güzel oluyor gerçekten. Ayrıca gün batımında Kutubiye Camii’nin minaresinin meydana doğru uzaması oldukça etkileyici oluyor. Sonrası zaten ışık, müzik ve keşmekeş. Hala bu sahnenin her gün yaşandığını düşündükçe kendimi kaybediyorum. Dünyada eşi benzeri yok!
Kutubiye Camii ve Ben Youssef Medresesi
Turistik mekanlar içerisinde Kutubiye Camii Marakeş’in en popüler noktası. Hem meydanın girişinde olması hem de yaklaşık 900 yıldır ayakta olması onu çok özel kılıyor. İsminden de anlaşılacağı gibi tarihte “kitapçılar” bu caminin yanıda yerleştiği için bu şekilde isimlendirilmiş. Marakeş’in en büyük camiisi olarak da ayrı bir ünü var. Rabat’da bulunan ve hiç bir zaman tamamlanamayan Hassan Tower’dan esinlenerek yapılmış bir minaresi var.
Benim en beğendiğim yer ise Ben Youssef Madrasa oldu. Marakeş’in en büyük İslami Eğitim Merkezi olarak tanımlayabileceğimiz bu medrese de neredeyse 500 yaşında. Yaşından ziyade ahşap ve porselen işlemeleri ile göz dolduruyor. Her bir detayı el yapımı olan bu medresenin içinde adeta zamanda yolculuk yapmış gibi olacaksınız çünkü içeri girdiğiniz andan itibaren dışarıya dair hiç bir şey göremiyorsunuz. Her şey sizi zamanda geriye götürüyor. Medresenin üst katlarında yaklaşık 130 öğrencinin yaşayabildiği küçük yurtlar/odalar bulunuyor ve her biri ayrı bir detaya sahip. Şu anda sadece turistik amaçlarla kullanılıyor olsa da son yıllarda gördüğüm en başarılı eğitim kurumu burası sanırım. Mimari açıdan kendilerini aşmışlar.
Marakeş Pazarları ve Geleneksel Fas Sokakları
Marakeş’in pazarları ve sokaklarından ise ayrıca söz etmek gerekmiyor sanırım çünkü kavurucu sıcak ile beraber kızıl duvarlar sizi alıp götürecek. Mümkünse gündoğumu ile beraber yürümeye başlayın ve öğleden önce kendinize sığınacak bir yer bulun çünkü güneş bildiğiniz gibi değil, yakıp kavuruyor. Ama sokaklarda yürürken özellikle ara sokaklara girip kaybolmayı ihmal etmeyin. Çok güzel detaylar göreceksiniz.
Fas Yahudi Mahallesi ve Baharat Tepeleri
Medina bölgesinde gezerken eskiden yahudilerin yaşadığı bölgeyi de gezmeyi ihmal etmedim tabi. Her zaman olduğu gibi diğer yerlerden çok daha temiz, düzenli ve profesyonel davranıyorlardı. Öğrendiğim kadarıyla çoğu yahudi sürüldükten sonra kalan bir grup yahudi de kimliğini gizleyip dinini gizliden yaşıyormuş.
Pazarda gezerken sık sık denk geldiğim baharat tepeleri de Fas’ın en ilginç yönlerinden biri. Neden ve nasıl bilmiyorum fakat baharat tepeleri yapabilmek için baharatı bir şekilde sertleştiriyorlar ve böylece birbirine tutunabiliyor. Bunu da eski/kırılmış tepeleri görünce anladım. Güzel bir görüntü olduğu kesin ama nedenini çözemedim. Yapışkan satıcılara bulaşmamak için de hiç sormaya tenezzül etmedim.
Marakeş’te Çöl Turu ve Şehrin Gizemli Çekiciliği
Toplamda Marakeş’de 5 gün falan geçirdim sanırım ama bana çok daha uzun gibi geldi. Her gün sokaklarda dolanıp, gece meydanı izleyerek vakit geçirmek bir süre sonra bağımlılık yapıyormuş. Hani İstanbul herkesi yorar fakat kimse ondan vazgeçemez ya (ben vazgeçenlerdenim) Marakeş’de aynen öyle. Sizi içine aldıktan sonra bir daha ondan vazgeçemiyorsunuz. İyisiyle, kötüsüyle, eski şehri ile, yeni şehri ile kabul edip akıntıya kapılıp gidiyorsunuz. Ben bu akıntıya kapılmak yerine güzel bir çöl deneyimi yaşamak için 2 gece 3 gün sürecek bir çöl turu satın aldım ve onu beklemeye başladım.
Majorelle Bahçesi ve Büyüleyici Atmosferi
Çöl turunu beklerken bir anda aklıma “Marakeş‘de çok ciddi bir büyü olayı var, bir çok kişiyi büyü ile şehirde tutmayı başarıyorlar” hikayesi geldi. Bu hikayeyi, Marakeş’e gideceğimi duyan neredeyse herkesten duydum. Tedirgin de olmadım değil çünkü yukarıda da dediğim gibi inanılmaz bir büyüsü var şehrin ve sizi kendine bağlayabiliyor. Bununla beraber Fransız sanatçı Majorelle’nin Marakeş’de ustalık eseri olarak yaptığı villa ve botanik bahçesi de bunu kanıtlar nitelikteydi. O kadar çok farklı güzellikler varken neden çölün ortasındaki bir şehirde böyle bir eser yapıp ölene kadar yaşamayı seçer ki bir insan? Daha da enteresan olanı bu devasa bahçenin sonraki sahibinin yine dünyaca ünlü Yves Saint-Laurent olması ve onun da buraya hayran olarak yaşaması soru işaretlerini artırıyordu. Büyü ne kadar gerçek bilinmez ama Majorelle Garden ve içindeki Islamic Art Museum görülmeye değer. Giriş biraz pahalı fakat öğrenci kartı veya tatlı dille güzel bir indirim alabilirsiniz. İçeri girdiğiniz anda kendinizi farklı bir dünyada hissedeceğiniz için uzun vakit geçirmenizi tavsiye ederim ve tabi ki sabah erken saatlerde giderek kısmen “boş” olmasının tadını çıkarabilir, bol bol fotoğraf çekebilirsiniz.