Ait Ben Hadoo sokakları

Sahra Çölü’nde 1 Gece

by admin

Siz hiç yıldızların sesin duydunuz mu? Kumun ve rüzgarın kokusunu? Her birinin ne kadar farklı hisler olduğunu iliklerinize kadar hissetiniz mi?

Essaouira’dan Marakeş’e geri döndüğümde artık Marakeş’te yapmam gereken tek bir şey kalmıştı, çöl turu. Çok fazla turistik aktivitelere katılmayı seven biri değilim çünkü her zaman istismar ve duygulara yönelik oyunlar oluyor bu tür aktivitelerde fakat çöl turunu tek başına yapmanın hiç bir yolu yok gibiydi. Haliyle bir grup turistle beraber olacağım bir tur satın almam gerekiyordu.

Tur Tavsiyesi ve Hazırlık

Instagram’da takip ettiğim ve daha önce çöl turu yaptığını bildiğim Dogasiyagezgin’den firma tavsiyesi aldım ve onun tavsiyesiyle turu oldukça uygun fiyata satın aldım. 2 gece 3 gün sürecek olan tur bir çok farklı şey barındırıyordu. Game of Thrones’ın çekildiği popüler yerlerden biri olan ve Fas’ın Hollywood’u diyebileceğimiz Ait Benhaddou da bunlardan biriydi ve çok büyük hevesle bekliyordum. Bu kale dışında ayrıca gerçekten büyük bir film stüdyosu da bulunuyor rotamız üzerinde, Afrika’nın farklı yerlerinde çekildiği söylenen filmlerin neredeyse hepsi aslında Fas’ta çekiliyormuş meğer…

2 gece 3 günlük bir tur olduğu için dahil olacağım grup çok önemliydi. Marakeş’te tanıştığım ve İngiltere’de yaşayan Tahsin, yaşlı turistlerin olduğu bir grupta ne kadar sıkıntı yaşadığını anlatınca firmadan, beni genç bir gruba dahil etmelerini özellikle rica etmiştim. Dikkate aldılar mı bilmiyorum fakat tur ekibimiz daha iyi olamazdı. (Tur sayesinde dünyanın her yanında çok iyi arkadaşlarım var artık.)

Çöl Yolculuğuna Başlangıç

Sabahın erken saatlerinde herkesi otellerinden aldıktan sonra yola koyulmuştuk. Yola çıktıktan sonra o kadar çok viraj aştık ki sanırım 10-15 yıldır ilk defa beni yol tutmuştu. Resmen grubun aksi çocuğu ben oluverdim. Resmen kıvranıyordum ve bu rahatsızlığın etkisiyle de gruptan uzaklaşmıştım.

Ait Benhaddou

Ait Ben Hadoo – Fas

Çöle ulaşmadan önce bir çok farklı yerde fotoğraf çekmek için durduk fakat benim için Ait Benhaddou çok ayrı bir anlam ifade ediyor. Game of Thrones, Gladyatör ve aklınıza gelebilecek onlarca film burada çekilmiş. Yokluğun ortasında, su kenarına kurulmuş yaklaşık 800 yaşındaki bu kale, şu anda kendi tarihinden öte bir de kült yapımlar sayesinde yeni bir tarihi öneme kavuşuyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama Gladyatör filmi çekileli 18 yıl oluyor!

Kalenin sokaklarında gezip tepesine doğru çıkarken bir yandan da gerçekten bu daracık sokaklarda yaşanmış olan çatışmaları ve savaşları düşünmeden edemiyorsunuz. Kim bilir ne hayatlar geldi geçti bizim fotoğraflar çektiğimiz bu sokaklarda. Kim bilir ne sevdalar yaşandı şu anda hediyelik eşya satılan evlerde. Duygular sel olup akıyor böyle tarihi yerlerde. (:

Kalenin neredeyse her bir noktasını gezip, yüzlerce fotoğraf ile bu adımları ölümsüzleştirip yolumuza devam ettik. Yol o kadar uzun ki artık içinde bulunduğumuz araçta herkes birbirini tanıyordu. Benim de en yakın arkadaşım Wang Wei oldu. Çin’den tek başına çıktığı bir kaç aylık tatilinin son noktasıydı Fas ve kendi değimiyle “My English no good” diyerek 40’dan fazla ülke gezmişti bile şimdiye kadar. O kadar iyi biriydi ki her konuya uyum sağlamaya çalışıyor, sadece gülümsüyor ve arkadaşlık kurmaya çalışıyordu. Nerden bilebilirdik ki 45 yaşında Çinli bir iş adamı olduğunu? 🙂 Evet, muhabbetler koyulaşınca kendisi hakkında daha fazla bilgi edindik ve şu anda Çin’de kendisini ziyaret etmem için bana yardımcı olmaya çalışıyor vize konularında. Bakalım, umarım vize alabilirim de gerçek bir Çinli aileyi yakından tanımız olurum.

Fas film stüdyoları

Dağ Oteli: İlk Gece

İlk gece durağımız bir dağ oteli oldu. Adeta yokluğun ortasında iki dağın arasında bir vadide akşam yemeğimizi beklerken birbirimizi daha yakından tanıdık çöl ekibi olarak. Amerika’dan balayı için gelen çılgın gezgin çiftimiz Fouad Pervez ve Zainab F. Chaudary (Pakistan asıllı Müslüman Amerikalı çift), Hollanda’dan gelen iki kız arkadaş Janneke Kingma ve Sandra Rijnberk, Şili asıllı fakat Hollanda’da çalışan gençler Renzo Giagnoni ve Tomas Capponi, Meksika asıllı bir dünya gezgini Patricia de la Garza. İlk defa tek tek tanıştığım kişilerin ismini yazıyorum çünkü gerçekten yakın arkadaşlar olduk ve hala görüşüyoruz. Yollarımız bir gün tekrar kesişecektir mutlaka. Grubun dışında kalan kişiler de oldu fakat onlar biraz daha yalnız takılmayı sevenlerdi. Anlayışla karşılayıp akşam yemeğimizin tadını çıkardık. Yol yorgunluğundan mı bilinmez ama son günlerde yediğimiz en güzel akşam yemeği oldu ve sabah kahvaltısında görüşmek üzere dinlenmeye geçtik.

Çöle Doğru İlerleyiş

Sabah erkenden hazırlanıp kahvaltıyı beraber yapıp tekrar yola koyulduk, artık çölde geçireceğimiz geceye doğru yol alıyorduk. Hava öyle sıcak ki aracın içerisinde kavruluyorduk fakat nedeni klima değil, çöl iklimi. Klima bile etkisiz kalıyor çöl karşısında…

Yolda yavaş yavaş bedeviler görmeye başladık. Başladıkça da heyecanımız artıyordu, ne de olsa ilk defa görüyoruz gerçek bedevileri. Bazılarına araçtaki sulardan veriyordu şöförümüz çünkü biliyor o sıcağa kimsenin dayanamayacağını. Dayanamayan develer bile gördük yolumuzun üzerinde. Her şey bir yana deve gerçekten çöle çok yakışan bir şeymiş bunu anladım.

Merzouga: Çöle Giriş

Çöle giriş yapacağımız Merzouga köyüne ulaştıktan sonra bir çok grubun orada hazırlık yaptığını gördük. Kim derdi ki çölün ortasında süper lüks çadır oteller, interneti bulunan odalar yapsınlar. Evet, yapmışlar fakat bizimki onlardan biri değildi. :/

Ağır yüklerimizi köyde geri döneceğimiz yere bırakıp sadece gece için birkaç şey almamızı söylediler ve biz de öyle yaptık. Gece soğuk olma ihtimaline karşı mont, fotoğraf makinemin olduğu çantayı ve bir de tripodu aldım. Grubun bir bölümü develerle yol almaya başlamıştı. Biz de her birimiz develere binmek üzere devemizin önünde bekliyorduk. Bazıları inatçı, bazıları ise çok uyumlu, hemen emirleri uyguluyorlar. Hepimiz Meksikalı arkadaşımızın devesinin kalkmasını beklerken olanlar oldu. Çöl turunun zehir olmasının fitili bu olay ile ateşlenmiş oldu.

Ayağa kalkmak istemeyen deve, bedevi tarafından biraz zorlanınca ani hareketlerle ayağa kalktı ve Meksikalı arkadaşımızı sırtından atmıştı. Sizi temin ederim ki devenin yanında durmadıysanız ne kadar büyük olduğunu anlayamıyorsunuz. Sonuç olarak kendini yerde bulan Patricia’nın el bileği kırılmıştı. Neyse ki yoldayken iletişim bilgilerimizi işler hakkında konuşurken paylaşmıştık. Bana mail atıp durumu paylaşmayı ihmal etmedi. Çöle en yakın hastaneye götürdüklerini ve acilen ameliyata aldıklarını mailde yazmıştı. Şimdiye kadar aldığım en üzücü maillerden biriydi sanırım.

Moralimiz bozuk bir şekilde, akşamüstü olmasına rağmen kavurmaya devam eden çöl sıcağının altında develerle ilerlemeye devam ettik. Yolun son 30 dakikasına gelince artık daha fazla deveye binmek istemediğimi söyledim ve yola yürüyerek devam etmek için deveden indim. Sahra çölünün kumdan tepelerinin ihtişamı gerçekten büyüleyiciydi. Koşup fotoğraf çekmek çok cazip gelmişti bana.

Kumdan tepeler derken aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama en yüksek kum tepesinin 100 m’ye kadar yükseldiğini belirtmek isterim. Çöl gerçekten inanılmaz bir şey, hele ki “Sahra” çölündeyseniz.

Deveden iner inmez ayağımdaki terliklere bakmaksızın kum tepelerinden birine doğru koşmaya başladım ve daha tepenin başında iken her iki terliğim ayağımdan çıktığı gibi kuma gömüldü. Terliklerden tekini buldum fakat diğeri kelimenin tam anlamıyla sahra çölü tarafından yutuldu. O kadar şaşkın bir durumdaydım ki böyle bir şey nasıl olabilir hala anlamış değilim. Develerinde beni izleyen arkadaşlarım da şaşkınlığımı paylaşıyordu çünkü terliği aradığımı ve bulamadığımı görünce resmen şok oldular. Artık sahra çölü benden bir parçayı barındırıyor. Yüzlerce yıl sonra bu terliği biri bulacak olursa neler düşüneceğini bilmek isterdim. Bu da kötü olaylar zincirinin ikinci minik halkası oldu.

Ayağım yana yana çölde yürüyüp fotoğraf çekmeye devam ederken aklıma Kemal Sunal’ın Şark Bülbülü filmi (Sabuha şarkısını söylediği) geliyordu. Orada inanılmaz komik sahneler vardı çölde geçen. Asıl çöl turu başlayalı henüz 1 saat olmuştu fakat kendime “Sahra çölündesin farkında mısın? Çıplak ayakla yürüyorsun bir de! Hayatın boyunca bu anı kaç kere yaşayabilirsin ki?” diyordum, bir yandan da yaşananlara gülüyordum. Sahi, “Once in a Lifetime” dedikleri, hayatımızda bir defa yaşayabileceğimiz olaylar ne kadar değerli değil mi?

Sonunda kamp alanımıza ulaştık. Bizden farklı bir kaç grup daha vardı? Özel çadırlar, temiz su, tuvalet ve elektrik sözü verilen kamp alanında 5’erli 10’arlı kalmak zorundaydık. “Tuvalet neresi?” sorusuna “her yer!” cevabını almıştık. Gerisini siz düşünün…

Çöl Maceramız Başlıyor

“Bu anı kimse bozamaz” diyerek gün batımını izlemek için tepelerden birine doğru yürümeye başladık. Ekipçe mutlu olmaya çalışıyorduk çünkü orada bulunma amacımız oydu. Anın tadını çıkarmak ve öyle de oldu. Çok güzel bir gün batımı sonrası “açlık durumunda kurtarıcı” olması amacıyla aldığım fıstıkları götürüyorduk. Yemek geciktikçe ve açlık arttıkça herkes “fıstık adam” diye bana geliyordu. Bu da bir anı hepimiz için.

Yemek niyetine bir şeyler getirdiler (gerçekten kötüydü) fakat biz Vivaldi eşliğinde yediğimiz için dünyanın en keyifli yemeği gibi hayal ediyorduk. Arada Çin ezgileri de dinledik ve sonra kendimizi bir başka tepeye attık. Klasik gezen insan sohbetleriyle devam etti koyu sohbetimiz. Neler yaptın, planlar neler ve bolca “woow” eşliğinde geceyarısına ulaştık.

Çöl ekibi bir kamp ateşi yakıp berberi ezgileri söylemeye başladı. Bizim sohbetimiz daha keyifliydi bu nedenle ateşin çevresinde toplanmak yerine uzaktan dinlemeye devam ettik.

Artık saat geceyarısını geçiyordu. Oldukça uzun ve yorucu bir günün ardından bir anda o çılgın fikir belirdi. “Çadırdaki halıları getirip kumların üzerinde uyuyalım!” Herkes bu fikri bekliyormuş gibi koşarak çadırlardan kaptığı eşyayı getirdi ve yatağını kurmaya başladı.

Milyarlarca yıldız altında uzanmış yıldızların sesini dinliyorduk. Kumun ve rüzgarın kokusunu içimize çekiyorduk.

İnanılmaz yorgun olsam da uyumaya niyetim yoktu. Çıplak gözle görülebilecek kadar net olan gezegenin giriş kapısını, Samanyolu’nu (Milky Way) fotoğraflamak istiyordum. Uzaktan kumanda ve tripod bunun için benimleydi. Sadece bu gece için! O kadar şanslıydık ki tek bir bulut yoktu havada ve olabildiğince parlaktı yıldızlar. Samanyolunu iyi fotoğraflamak için ayın da görülmüyor olması lazım, bir dakika! Nasıl bir şanstır ki bu kadar şanssızlığın üzerine ay bile fotoğraf çekmemiz için bize yardımcı olmuştu ve kaybolmuştu.

Amerikalı çiftimizden Fuat da fotoğraf meraklısı olunca başladık güzel yıldız fotoğrafları çekmeye. Gece boyunca kafamda lamba, farklı bir şeyler yakalamaya çalışıyorduk. Bazen model bile oluyordum. Geceyarısı 3 sularında sönmeye yakın kamp ateşiyle beraber amacımıza ulaştık. O kadar mutluyduk ki!

“Gün doğumu için bizi uyandıracaklar, hemen uyumalıyız!” dedi Fuat ve kumların üzerindeki yataklarımızda , milyarlarca yıldızı üzerimize yorgan yaparak uyumaya başladık. Bir daha böyle bir deneyimi yaşayabilir miyiz? Kim bilir…

Son Gün: Dönüş

Günün ilk ışıklarıyla beraber tepeye çıkardığımız eşyalarla beraber aşağı indik. Lensin kenarlarından bile kum çıkıyordu ve uykusuzluktan gözlerimizin feri sönmüştü. Eşyalarımı toparlarken montumun ortalıkta olmadığını görmem ile zincire bir halka daha eklendi. Çölün ortasında bir montun kaybolmasının tek bir açıklaması vardı fakat şirket de dahil olmak üzere kimse oralı olmayınca onu da çöle kaptırmış olduk. Senden alacağım var Sahra Çölü! İşin üzücü olmasının nedeni montun tur fiyatının toplamından 3 kat fazla değerinin olması. Manevi değeri ise cabası…

Mutsuz bir şekilde güneşin doğuşuna bile aldırış etmeden sadece dönüş yolunda devemin üzerinde oturdum. Tek istediğim artık arkadaşımdan iyi haberler almak ve biran önce buradan uzaklaşmaktı. Çöl ekibinin bir bölümü aramızda anlaşıp 2 araç halinde Fez şehrine doğru yola koyulduk. Hastanede Patricia’yı ziyaret ettiğimizde duran aracımıza bir başka aracın çarpması zincirin halkasını uzatmaya devam ediyordu. Birileri bizi lanetlemiş olmalı veya büyük bir ah almış olmalıyız. Bu kadar talihsizlik bir arada bir filmde olsa “abartmayın artık” diye filmi izlemeyi bırakırdım.

Patricia’nın durumu ciddi olduğu için bize katılamadı ve onu hastanede bırakıp Fez şehrine doğru yola koyulmak zorunda kaldık. Neyse ki yüzündeki gülümseme hiç eksik değildi, eve dönmeyi bile düşünmediğini söylüyordu bize. “Biraz toparlanıp gezmeye devam” diyordu.

Çöl macerasını böylece geride bırakmış olduk. Unutulamayacak kadar değerli bir gece ve asla hatırlanmak istenmeyecek kötü hatıralar ile karma karışık bir 2 gece 3 gün böylece sona erdi.