Giza Piramitleri

Mısır Piramitleri Arasında Koca Bir Gün

by admin

Mısır’da piramitlerin arasında gezinirken hiç düşünmediğim, belki de çocukluğumdan beridir hayalini kurduğum bir şeyi gerçekleştirebilmiş olmanın mutluluğuyla aklıma bile gelmeyen bir konu bu blog yazısını yazmak için oturduğumda aklıma düştü. Öyle bir düştü ki yazının başlığını atmam ile yazmam arasına tamı tamına 5.5 ayın girmesine neden oldu. Evet, sürenin bu kadar uzamasının tek nedeni bu düşünce değildi tabi ki ama yazmaya her oturduğumda tekrar tekrar aklıma gelmesi dolayısıyla taslak olarak yazıyı bırakıp başka şeylerle ilgilendim.

Peki şimdi niye yazıyorum? Diğer yazdıklarımı okuduysanız gezdiğim günlerin bir bakıma not defterini oluşturduğum için bunu da yazmanın pek bir sakıncası olmadığına inanıyorum şu anda. Herkesin bir kusuru olduğu ve benim de bunu kendi kusurum olarak kabullendiğimi de söyleyebiliriz.

Muhtemelen çoğunuzun ilgisini bile çekmeyecek bu şey neydi peki? Neden beni bu yazıyı yazmaktan alıkoydu?

Bu şey bir çelişkiydi…

Evet, tamamen kendi iç dünyamda yaşadığım bir çelişkiydi ve 5.5 ay gibi bir süre bu yazıyı yazamadığıma göre uzun süre savaştığım bir çelişki.

Piramitlerin Tarihi ve Önemi

Bildiğiniz gibi piramitler, her ne kadar tarihi olarak çok büyük bilinmezlere ve öneme sahip olsalar da en basit haliyle baktığımız zaman birer kral mezarı ve yapıldıkları dönemlerde onbinlerce ve hatta yüzbinlerce kişinin hayatına mal olmuş birer zaman, para ve insan israfından başka bir şey değil. Yani şu anda, modern olduğunu düşündüğümüz toplumumuzda benim karşı olduğum, eleştirdiğim her şeyin bir kaç bin yıllık vücut bulmuş hali ve bu yapıları gezmek için can atıyordum! Gezerken yaşamadığım bu çelişkiyi neden yazmaya başlarken yaşadım bilmiyorum ama gerçekten hayatımın geri kalanında gezerken dikkat ettiğim şeylere bir yenisini de eklediğimi çok iyi biliyorum.

Bu açıklamadan sonra hala size piramitlerde geçirdiğim koca günü anlatacak mıyım? Evet ama diğer yazılarda olduğu kadar iştahlı anlatabilir miyim emin değilim. Hayatımın önemli bir günüydü ve bu blogda mutlaka yer almasını istiyorum. Belki yukarıdaki açıklama sayesinde bir kaç kişinin daha fikirlerine, düşünce yapısına katkıda bulunurum da çelişkimin zararınını azaltırım.

Dünyanın en çok korna çalınan şehri Kahire’yi anlatırken aslında piramitleri beraber gezmek için sözleştiğim arkadaşımdan söz etmiştim. Tamamen rastlantısal bir şekilde tanışmış olmamızın güzelliği bir başka çünkü piramitlerde tek başıma gezmek pek de keyifli olmayabilirdi.

Fotoğraflarından da gördüğünüz gibi nevi şahsına münhasır bir arkadaşım daha oldu diyebilirim. Bizi tanıştıran kişi yine yolda tanıştığım İngilizce öğretmeni Yousef olsa da piramitlerde beni gezdiren kişi Zawawy oldu. Yousef ile yaptıkları İngilizce pratikleri dolayısıyla kusursuz bir İngilizcesi vardı. Hiç dil eğitimi almamış birine göre, üstelik farklı bir alfabeyle, bu kadar iyi dil öğrenmiş olması çok etkileyiciydi. Babası çok ünlü bir yönetmen olsa da ailesini terkettiği için annesiyle beraber yaşayan Zawawy oldukça sıkıntılı bir hayata sahip diyebilirim. Yolda tanıştığınız insanların hayatlarına yapacağınız minik dokunuşlar ile ne kadar büyük değişimlere neden olabileceğinizi bu rastlantılar zincirine bakarak anlayabilirsiniz. Aynı zamanda onların sizin hayatınıza kattıklarını da düşünecek olursak gerçekten gezmenin ne kadar farklı açılardan insanı doyurduğunu daha net anlayabiliriz.

Bulunduğum yer yani Tahrir Meydanı yakınlarına gelen Zawawy ile uzun bir otobüs yolculuğuna koyulduk. Yanımda yerel birinin olmasının getirdiği rahatlıkla bu uzun, sıcak ve tozlu yolculuğun tadını çıkarmaya çalışıyordum ama tahmin edersiniz ki biraz zor oluyordu. Ama şimdi düşününce güzel bir anı olarak geçmişte kaldığı için keyifle hatırlıyorum.

Bir kaç araç değiştirdikten sonra piramitlerin kapısına gelmiştik, biletlerimizi aldıktan sonra içeri girdik ve sakin sakin gezinmeye başladık. İlk olarak karşımıza çıkan ve gördüğüm her fotoğrafı bana Bülent Ersoy’u anımsatan Büyük Gize Sfenksi karşılaştık. Fotoğraflarından büyüklüğünü anlayamıyordum fakat gerçekten büyükmüş, öyle ki dünyanın en büyük tek-taş heykeli olarak bilinen bu heykel yaklaşık 74m uzunluğunda ve 20m yüksekliğindeymiş. Gerçekten etkileyici…

Piramitlerin Sırları

Şaşkın şaşkın duvarlar arasında gezinip “yahu şu piramitleri uzaylılar mı yaptı?” diye içten içe düşünürken yanımıza yaklaşan yaşlı bir amca bize kimsenin bilmediği piramitlerin sırrını sadece bahşiş karşılığı anlatabileceğini söyleyince kabul ettik ve başladı anlatmaya. İşte piramitlerin bilinmeyen sırları!!! (:

Binlerce yıl önce piramitlerin yapıldığı bölge Nil Nehri yatağına sınır olduğu için kilometrelerce uzaklardan getirilen taşların taşınması bu nehir aracılığıyla gerçekleştirilmiş. Bilim (teşekkürler fizik) ve insan gücü kullanılarak taşınmış. Nehir zaman içerisinde yer değiştirince bu olay bir sır gibi lanse edilmeye başlanmış ama aslında gayet bilinen bir gerçek.

Tabi ki nehir yardımı ile taşınan taşlardan böyle devasa yapıların inşa edilmesi, içinde ve dışında olağanüstü matematiksel hesaplamalar gerektirecek şeylerin yapılmış olması hala müthiş, hala olağanüstü oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Asıl bilinmezler ve sırlar ise piramitlerin içinde olduğu için nasıl yapıldıklarından çok o bölümünü düşünmeye zaman ayırabilirsiniz.

Güneş ve Çöl Hazırlıkları

Yaz sıcağında Mısır’a gittiyseniz kavurucu güneşe de hazırlık olmalısınız. Güneşten iyi koruyacak bir şapka, şal veya benzeri bir şey almadan sakın gezmeye başlamayın. Aynı zamanda güneş kremi ve gözlük de unutulmaması gerek şeylerden. Şapka falan unuttuysanız çok büyük sorun değil aslında çünkü piramitleri gezerken bir anda karşınıza çıkacak olan satıcılar size bir tane satacaklardır. Türkiye’den geldiğinizi duydukları zaman ise hemen “yavaş yavaş Hasan Şaş” diyerek gönlünüzü kazanmaya çalışacaklar. Bırakın kazansınlar…

Zawawy ile kelimenin tam anlamıyla avare gibi dolanırken her bulduğum ayrıntıya dikkat edip zamanda yolculuk ediyordum. Kelimenin tam anlamıyla zamanda yolculuk etmek için aslında tek yapmanız gereken şey gözünüzü kapatıp kalıntılara veya piramitlerin bir bölümüne dokunmanız. Sizden önce yüzbinlerce veya milyonlarca farklı elin dokunduğu o parça, kim bilir kaç binlerce yıl öncesine aittir. O taş, onu oraya ilk koyan kişinin hayatı ile sizin hayatınız arasında geçen o devasa zaman dilimi kaç farklı hikayeye tanıklık etmiştir düşünsenize. Evet, kısıtlı bir zaman bile olsa böyle tarihi yerleri gezerken yavaş hareket etmek, düşünmek bir çok şeyi sindirmek için oldukça faydalı oluyor. Sadece tarihi okumak, fotoğraf çekmek yetmiyor…

Zaman Yolculuğu: Piramitlerin İçine Girmek

Piramitler arasında gezinirken ilk bulduğumuz kapıdan içeri dalmayı ihmal etmedik. Şaka bir yana piramitlerin bazılarının içini gezebiliyorsunuz. Büyük Giza piramidinin içini gezmedim çok sıra olduğu için ama ufaklardan birini gezdim ve onun da benzer olduğunu görevlilerden öğrendim. Tabi bir başka Mısır ziyaretimde orayı da gezmeyi ihmal etmeyeceğim.

Piramitlerin içine girerken öncelikle oranın bir mezarlık olduğunu unutmamak gerekiyor. Girdiğimiz piramidin içine, yaklaşık 45 derecelik bir eğimle çömelerek inmeye başladık. Tahtalardan oluşturulan basamaklarda çömelerek inmek oldukça zordu çünkü 5 yaşındaki bir çocuğun bile ayakta duramayacağı kadar dar bir tüneldi indiğimiz merdivenler. Fotoğraf makinamı ve çantamı dışarda bırakmak istemediğim için benim için biraz daha zor oldu tabi. Aşağı indikçe ilk piramit ziyaretim olduğu için heyecanım artıyordu ve aynı zamanda dışarının olağanüstü sıcaklığı yerini müthiş bir serinliğe bırakıyordu…

Sonunda geniş bir kapının ağzından piramidin mezar bölümü görünmeye başladı. Herkes büyük piramitte sırada olduğu için tüm piramit benimmiş gibi hissediyordum ve karanlıktan hafif bir aydınlığa çıkarken göz bebeklerim büyüdü ve karşımda müthiş bir hiçlik vardı. Evet, kelimenin tam anlamıyla piramidin içinde hiç bir şey yoktu! Sadece mumyaların ve muhtemelen hazinelerin çıkarıldığı bölmeler ve duvarlarda çok sonradan yapıldığı belli olan anlamsız yazılar (bayağı kalp falan çizmiş yıllar önce ilk gelenler)…

Hayatımda bu kadar büyük hayal kırıklığını çok az yaşamışımdır. 😀 Çok büyük beklentilerimin olduğunu söyleyemem ama nihayetinde binlerce yıl öncesine ait bir alana girerken daha farklı bir şeyler görmeyi istiyor insan. Meğerse hepsini Mısır’da ilk günümde gezdiğim müzede görmüşüm…

Olsun, yine de bir piramidin içine girmiş, bir kralın, karısının veya çocuğunun da olabilir (umarım köpeğinin falan değildir) gömüldüğü yerleri görmüştüm. Bu piramitleri ilk bulanlar acaba nasıl bir hisse kapılmışlardı? Muhtemelen hazine avcıları oldukları için onları bekleyen tuzaklar karşısında neye uğramışlardı acaba. Yoksa ilk gelen alabildiğini almış ve hiç bir şey olmadan yırtmış mıydı bu olaydan? Mezardan çıkışım yukarı doğru olduğu için biraz daha kolay oldu ve yine o cehennem sıcağı…

Khufu’nun İhtişamı

Büyük Giza, nami diğer Keops – Khufu piramidinin çevresini dolaşmak bile bir meziyet. O kadar büyük, o kadar ihtişamlı ki, bu piramidi yaptıran ve içinde yatan dönemin kralı Khufu’un nasıl bir hayat yaşadığını merak etmekle başlıyorsunuz düşüncelere. Etten ve kemikten olan, hayatının biteceğini adı gibi bilen ve hatta bunun için kendine devasa bir anıt mezar yaptıran bir insan nasıl bu kadar megaloman olabilir. Aslında bu sorunun cevabı hala bulunmuş değil, bulunmuş olsa günümüzün megaloman liderlerinin yaptıklarını neden yaptıklarını anlamaya çalışmakla geçirmezdik günlerimizi…

Kral Khufu, bu mezarı yaptırırken -ki günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesine denk geliyor- dünya üzerinde o güne kadar ve hatta bugüne kadar üretilmiş en harika 7 şeyden birini yaptırmaya başladığını biliyor muydu? Sanırım biliyordu, biliyordu çünkü tarihsel söylentilere göre 25 yılda yapılan ve 100.000’den fazla kişinin çalıştığı bu devasa inşaatta çalışan herkes tek tek öldürülmüş. Kralın emriyle öldürülen bu kişilerin öldürülme nedeni ise bunun bir benzerini daha yapmalarının önüne geçmek. Şimdi bir daha düşünelim acaba gerçekten biliyor muydu?

Fotoğraf Maceraları ve Kahire Manzarası

Keops piramidinin çevresini dolaştıktan sonra fotoğraf çekmek, piramitlerle farklı kareler yakalamak için artık daha geniş bir daire çizerek yürümeye başladık. Zawawy ile dolaşırken iyice yorulunca piramitlerin arkasından Kahire şehrine de bakabileceğimiz bir manzarada kumların üzerinde oturduk. Arada gelip deve turu ister misiniz diye sonralar dışında sadece rüzgarın sesi ve yakıcı güneş vardı tepemizde. Bol bol fotoğraf çektik, sohbet ettik, yine fotoğraf çektik, yanımızdaki atıştırmalıklardan atıştırdık. O sırada aklıma geldi ki önemli bir maile cevap yazmalıydım ve evet bunu da yaptım ve piramitlere karşı oturup bilgisayarımı açtım, yazdım…

O sırada Zawawy çantasından bir kitap çıkardı ve onun üzerine konuşmaya başladık. Gerçekten orta doğunun ortasında olduğumuz, tarih ve kültürel açıdan benzediğimiz için mi bilinmez ama o kadar çok ortak noktamız vardı ki Mısırlılar ile anlatamam. Kaygılar, mutluluklar, tatlı ve tatsız olaylar ve tabi toplum… çok benziyormuşuz, sandığımdan da çok…

Yola develerle devam ettik demek isterdim ama yola develerin kullandığı yolla devam ettik. Bir yerlerde gördüğüm ve bir türlü aklımdan çıkmayan bir kaç kare vardı ve onları çekebilmem için piramitlerin tamamının belli bir açıyla durması gerekiyordu. Ama o sahneleri nereden çektiklerini bir türlü anlayamıyordum. Öylesine yürümeye başladığımız yolda açılar değiştikçe yaklaştığımızı hissediyordum ama bunun tepemizdeki güneşle de bir ilişkisi olabilirdi. O sıcakta o kadar yürüdük ki bir ara telefonumdan açtığım bir müzikte Zawawy dans ediyor ve piramitlere karşı klip çekiyorduk. O klibi bir gün yayınlar mıyım bilmiyorum ama çocuk müziği gerçekten çok sevmişti.

Yola devam ettikçe motivasyonel konuşmalarıyla benim fotoğrafçılığımı öven Zawawy bayağı gaz vermeyi bilen bir sahne konuşmacısı olmuştu gözümde. Bu gazın da etkisiyle kafamda kurduğum, daha önce gördüğüm o piramitleri aynı açıyla gördüm ve işte o anda hiç unutamayacağım aşağıdaki bu kareyi çektim.

Olay tam olarak böyle olmadı tahmin edebileceğiniz gibi. Piramitleri tam istediğim açıdan gördüğümde o kadar mutlu oldum ki onlarca farklı fotoğraf çektim, lens değiştirdim bir daha çektim ama bir şeyler eksikti. Fotoğrafta hareket yoktu. İşte o anda bize deve turu satmak isteyen kişilerin tam da istediğim yere doğru hareket ettiklerini gördüm. Birden fazla deve olduğu için tam istediğim gibi olmayacaktı ama yine de hareketleri bir dinamizm katacaktı kareye. İstediğim yere gelene kadar dura dura uzun süre beni bekletseler de çok güzel bir kareyle günü kapatmamıza yardımcı olmayı başardılar.

O sırada uzakta bir duman bulutu belirmeye başladı. Başta tam olarak anlaşılmıyordu ama yanımıza bir ATV yaklaştığını anladık. Piramitlerin içinde bir ATV! Evet çok garipti ama uzaklarda olduğumuz için acaba kaybolduğumuzu mu düşündüler diye düşünürken meğerse piramitlerin kapanma saatine yaklaşmışız ve aynı zamanda gerçekten de sadece deve sürücülerine ayrılan yasak bir bölgede yürüyormuşuz. İllegal bir şey yapmış olmak ilk defa işimize yaradı ve ATV’nin arkasına atladığımız gibi bizi kapıya doğru götürdü görevli.

Muhtemelen para bekledi bizden önceki herkes gibi ama hiç oralı olmadık.

Gezi Gününün Sonu

Sıcağı iyice yediğimiz, güldüğümüz, gülerken düşündüğümüz ve süper otantik gezimizi bir ATV’nin arkasında sonlandırdığımız acayip bir gün oldu. Çocukken kurulan bir hayalin gerçekleşmiş olması da cabası. Acaba şu anda hatırlamadığım daha ne hayallerim vardı. Hatırlarsam onları da gerçekleştirmek için bir şeyler yapacağımdan şüphem yok.

Fas’tan başladığım ve Mısır’dan sonra Afrika’nın derinliklerine doğru gitmeyi hedeflediğim turumun henüz ikinci ülkesindeyken bir bunalım aldı beni. Hem Fas hem de Mısır’da insanlar ve kültürler acayip derecede bize benzediği için (kötü yönleriyle) çok bunalıp bir anda karar değiştirerek Malezya’ya uçacağım bir bilet aldım. Daha önce Tayland – Kamboçya turu sırasında Asya insanını çok sevdiğim içmin Asya güzellikleriyle yola devam etmek çok daha mantıklı geldi. Şu anda (aradan 2 yıl geçmiş neredeyse) gerçekten hazır olmadığım bir yola çıkmışım Afrika ülkelerini gezmeyi hedeflerken. Afrika’ya gitmeden önce Asya ülkelerinin çoğunu ve Güney Amerika’yı gezmiş olmam çok daha iyi oldu diye düşünüyorum çünkü şu anda kendimi Afrika için daha hazır hissediyorum. Ne zaman olur bilinmez ama daha tecrübeli bir gezgin olarak o coğrafyaya tekrar gitmek için can atıyorum…