Fas’ın Başkenti ve Sanat Merkezi Rabat
Fas gerçekten yoruyor insanı. Farklılıklar her ne kadar çekici olsa da uzun bir yola çıkmışsanız ve bu yolun henüz başındaysanız korkutabiliyor. Sanırım toplamda 20 güne yakın zaman geçirdim Fas’ta ve Rabat’a ulaştığımda yorulduğuma karar vermiştim.
Yorgunluğumun ana nedeni beraber gezdiğim, yolda tanıştığım herkesin kısıtlı bir zaman dilimi için yola çıkmış olmalarıydı ve nedense ben de kendimi onların koşturmacasında buluyordum. Oysa 30 gün geçirmeyi planladığım Fas’ın bazı şehirleri için 1-2 günü bile çok görüyordum.
Tabi şu anda bu satırları yazarken ilerleyen dönemlerde bunu üzerimden atacağımı, dinlenmek için ne sıklıkla vakit ayırmam gerektiğini başka bir tabirle “turist” olmayı bırakıp “gezgin” olmaya nasıl geçiş yaptığımı yüzümde bir gülümsemeyle anımsıyorum fakat o zamanlarda hiç öyle değildi, emin olabilirsiniz…
Rabat, olağanüstü bir çöl yolculuğu, sokakları gibi karmaşık duygularla gezdiğim Fes ve Fas’ın mavi incisi Chefchaouen sonrası açık konuşmak gerekirse pek ilgimi çekmiyordu. Belki de bizim başkentimiz Ankara’yı pek çekici bulmadığım için başkentlere karşı bir önyargı geliştirmişimdir kim bilir.
Çöl turu ekibimiz iyice dağıldığı için Rabat’a 2 Hollanda’lı turist arkadaşımla geçmiştik. Hepimiz için Fas yolculuğunun sonu olduğu için dinleneceğimiz şekilde kalacak yerlerimizi şehrin merkezinde ayarlamıştık. Aslına bakarsanız Fas’ın ikinci büyük şehri olsa da Rabat modern bir şehir olduğu için turistik olarak diğer şehirler kadar tatmin edici olmayabilir. Genel olarak şehirde görülmesi gereken küçük bir medina (eski şehir), Atlas okyanusu kıyısında bir kasbah (bir çeşit tarihi kale), dönemin kralı Ebu Yusuf Yakup Al-Mansur’un yaptırmaya çalıştığı dünyanın en büyük ikinci camisinin kalıntıları ve kraliyet sarayı bulunuyor.
İlk olarak eski şehirde gezip çarşısının altını üstüne getirdik. Turist arkadaşlarım eve dönecekleri için artık buldukları her şeyi alma modundaydı ve ben de onları izliyor, fotoğraf çekiyordum. Arka arkaya koca ülkenin en popüler yerlerini gezince fotoğraf çekme isteği bile gidiyormuş burada gördüm. Şehirle kesinlikle alakası yok fakat ben de bazen sıkılabiliyormuşum böyle şeylerden. (:
Ebu Yusuf Yakup Al-Mansur Camisi (Hassan Tower)
Bildiğiniz gibi şu anda dünyanın en yüksek minaresine sahip olan camisi Hassan 2 Camii Kazablanka’da bulunuyor. Yeni tamamlanan bu caminin aslında tarihsel olarak önemi büyük çünkü yaklaşık 900 yıl önce (tam olarak 1195’de) dönemin kralı Ebu Yusuf Yakup Al-Mansur (Abu Yusuf Yaqub al-Mansur) Rabat’a bir cami yaptırmak için kolları sıvıyor ve bu caminin 60 m’lik minaresi ile dünyanın en yüksek ikinci minaresine sahip olmasını istediğini belirtiyor. Ayrıca cami de dünyanın en geniş camilerinden biri olacak şekilde planlanıyor. Ne yazık ki inşaatın başlamasından dört sene sonra kral ölünce dünyanın en büyük ikinci minaresi projesi de suya düşüyor. Yaklaşık 40 m yüksekliğe ulaşmış olan cami inşaatı duruyor ve bir şekilde tamamlanamıyor. Zamanla depremlerden gördüğü zararlarla şu anki duruma geliyor. Çevresinde küçük yıkık duvarlar ve camiyi ayakta tutması planlanan 348 kolon… (Bu arada şu anda Hasan 2 Cami 210 m minare yüksekliği ile dünyada 1 numara.)
Caminin hemen yanında şu anki kralın babası ve büyük babasının mezarları yer alıyor. Mezarların yer aldığı anıtlar da oldukça ihtişamlı ve çevresindeki el işi süslemeler de işçilikleriyle göz dolduruyor.
Bizi pek de açmayan bu bölgeyi gezdikten sonra okyanusa bakan şehrin en yüksek noktasına, “Kasbah of the Udayas“a doğru yürümeye başlıyoruz. Olağanüstü sıcak modumuzu iyice düşürüyor. Surlarla çevrili bu yapı, daha önce çöl turunda gördüğümüz kasbah yanında (hani şu Game of Thrones’in de bazı sahnelerinin çekildiği) pek de ihtişamlı değil. Kasbah konusunu biraz açacak olursak; bu kaleler genelde şehrin en yüksek noktasına yapılıyor ve genel kontrolü elde tutmak, olası saldırılarda en iyi şekilde korunabilmek amacıyla yapılıyor. Tahmin edeceğiniz gibi şehrin önde gelenleri bu kalede yaşıyor ve genelde kendi kendini çevirecek şekilde tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde (uzun bir süre için) yapılıyor. Böylece dışardan gelecek ani saldırılardan kurtulabiliyorlar. İçerisi yeni geldiğimiz Chefchaouen gibi mavi-beyaz boyandığı için biz bir daha burun kıvırıyor ve çok da uzatmadan yürüyüşü bitirip dinlenmeye geçiyoruz.
Sevgili Rabat, inan Fas’taki son durağımız olmasan seni çok daha fazla sever, gezerken daha fazla zaman ayırırdım.
Modern Rabat ve Sanat
Biraz dinlenip eski şehri kaplayan güzel kokulu tatlı ve pastalardan alıp hostelin terasında çay keyfi yaptıktan sonra modern şehri gezmeye karar verdik. Modern şehir bizi ne kadar etkileyebilir ki diyorduk fakat sokakların temizliği, binaların düzeni ve tabi ki ağaçlar, araçlar… her şeyi ile Rabat tam bir başkent olduğunu bize ıspatlarcasına karşıladı. Her yanımızda devasa grafitiler, sanat galerileri, müzeler ve bir de kraliyet sarayı!
Sonradan öğreniyorum ki Rabat aslında Fas’ın bir nevi sanat merkeziymiş. Sokak sanatçıları, grafitiler şehrin ruhunda varmış ve gördüğüm eserler bunun net ıspatıydı. Her sene daha iyileri, daha yenileri yapılan bu çizimlerin her birini gezmek için bile Rabat’a gidilir, öyle güzeller…
Rabat’ta Alışveriş ve Lezzet Durakları
Bir kaç süper market gezip fiyat karşılaştırması yapmak ve alışveriş yapmak istedik, karşımıza çıkan ilk Carrefour’a girip fiyatları incelerken gördük ki gerçekten Başkent hiç de ucuz değil. Tabi ki Fas’ın önde gelenleri Kazablanka’dan sonra burada yaşadığı için fiyatlara da yansımış bu durum. Sıcağın etkisini azaltmak için dondurmalarla dışarı çıktık ve yine kokuyu takip edip bir pastaneden bir kaç çeşit hamur işi aldık. Rabat hamur işi açısından benden on puan aldı çünkü bildiğin kıymalı, patatesli, peynirli börekler her yerdeydi.
Son günüm Kazablanka’ya geçip direkt olarak akşamki Mısır uçağımı yakalamakla geçeceği için gün içinde Rabat’ı terkederim diyordum. Zaten Rabat – Kazablanka arası yaklaşık 1 saat sürüyor. Uçağım ise gecenin geç saatleri…
İkincü gün arkadaşlar daha fazla Rabat’ta kalmak istemediği için erkenden son günlerini geçirecekleri Kazablanka’ya doğru yola koyuldular ve son günümde yalnız kalmış oldum. İnanılmaz ama 2 haftadan beridir sanırım ilk defa tek başıma geziyordum ve henüz turumun ilk ülkesindeydim! Kim demiş “yalnız gezmek” çok sıkıcı olur diye?
Rabat’ta Yalnız Geçen Son Gün
Son günümü değerlendirmek için bir şeyler ararken kraliyet bahçesini gezebileceğimi gördüm internetten ve anlatılan güzel bahçelerini görebilmek için yola koyuldum. Şehrin içinde olduğu için tabi ki yürüyerek gittim fakat o kadar geniş bir alanı kaplıyordu ki girişi bulmak epey zaman aldı. Sonunda kapıyı bulduğum zaman ise tam bir hayal kırıklığı, sinir, stres ve dahası karşıladı beni. İçeri alınmadım!
Oldukça garip çünkü ziyaret saatleri bitmemiş, her yerde kontroller var ve pasaport veriyorsunuz girişte yoksa almıyorlar. Pasaportta dahil her şey tamam olduğu halde beni içeri almıyorlar çünkü yanımda lensleri taşıdığım çanta var. Ne kadar ısrar edip çantamı da pasaport ile bırakabileceğimi söylesem de ısrarlarım sonuç vermedi ve içeri alınmadım. Basit bir çantayla bile içeri girilmiyormuş ve bunu herkes biliyormuş! Kimse blogunda böyle yazmamıştı. (: Siz siz olun özellikle sarayı gezmeye gidiyorsanız çanta almayın ve tabi ki pasaportunuzu unutmayın. Bu arada tüm bunlara rağmen sarayın içini göremiyorsunuz, sadece bahçesinde gezip dışardan bakıyorsunuz. Biliyorum, şaka gibi…
Fas Yolculuğunun Sonu ve Yeni Maceralara Yelken Açmak
Neyse işte, şaka gibi bir Fas yolculuğunun sonuna gelmiş oldum böylece. Otobüs, Kazablanka’da bir iki Couchsurfing arkadaşıyla görüşme ve trene atlayıp havaalanına gitmemle beraber Fas defterini kapattım. Acısıyla, tatlısıyla gerçekten unutulmaz bir deneyim oldu benim için. Aylar süren yolculuğumun ilk ülkesi gerçekten bende büyük izler bıraktı ve tabi ki bende orada bir şeyler bıraktım ve yeni benliğimle beraber Mısır’a doğru, çocukluk hayallerimi gerçekleştirmeye doğru yola koyuldum.